Ata Demirer’den Yeni Filmi Hakkında Açıklama

» MAGAZİN » Ata Demirer’den Yeni Filmi Hakkında Açıklama

Hedefim Sensin filminde çiğ köfteci Zekeriya’yı oynayan Ata Demirer “Benim ocakbaşı merakım vardır, her pazartesi dostlarımla giderim. Hep ‘Böyle bir film yapsam’ derdim. Aklıma çiğ köfteci karakteri geldi; hem dolaşıyor, hem eli ete bulaşmış. Lisede de çiğ köfte yapardım evde. İçimde de varmış, çatır çatır oynadım” Ünlü komedyen Ata Demirer, yıllardır biriktirdiği öykülerden biri olan […]

Hedefim Sensin filminde çiğ köfteci Zekeriya’yı oynayan Ata Demirer “Benim ocakbaşı merakım vardır, her pazartesi dostlarımla giderim. Hep ‘Böyle bir film yapsam’ derdim. Aklıma çiğ köfteci karakteri geldi; hem dolaşıyor, hem eli ete bulaşmış. Lisede de çiğ köfte yapardım evde. İçimde de varmış, çatır çatır oynadım”

Ünlü komedyen Ata Demirer, yıllardır biriktirdiği öykülerden biri olan Hedefim Sensin’i 30 Kasım’da izleyiciyle buluşturacak. Senaryosunu kendisinin yazdığı filmde çiğ köfteci Zekeriya karakterini canlandıran; Demet Akbağ, Gonca Vuslateri ve İlker Aksum’un eşlik ettiği Demirer merak edilenleri Sabah’tan Funda Karayel’e anlattı.

Herkes Eyyvah Eyvah serisinin devamını yazacağınızı düşünürken, ‘Hedefim Sensin’le izleyici karşısındasınız.

– Benim ocakbaşı merakım yüzünden oldu. Ben her pazartesi ocakbaşına giderim. Çok severim, mütemadiyen dostlarımla yaptığım bir şeydir. O cızırtı, vızırtı, ateş, Güney mutfağı çok hoşuma gider. Hep kendi kendime ‘Böyle bir film olsa, böyle bir karakter olsa’ dedim. Aslında tamamen bir içgüdü yani. Belki de Nevizade’yi, Beyoğlu’nu sevdiğim için. Ama kendimi nasıl bir yere koyacaktım? Önce ocağın başına koydum; olmadı, statik bir karakter oldu. Sonra garson yaptım kendimi; o da zayıf oldu. Sokakta tabii başka bir sürü insan var; midyeci var, piyangocu var masa masa dolaşan… Aklıma çiğ köfteci karakteri geldi; hem hareket ediyor, hem dolaşıyor, hem de ete bulaşmış durumda, yani istediğim o baharat durumu var. Daha önceden bir Güneydoğu hikayesi vardı elimde. Onu benim karakter Zekeriya’ya empoze ettim. İçimde de varmış; çatır çatır oynadım. Bir de ben lisede çok çiğ köfte yapardım evde. Meraklıyımdır ya yemek yapmaya. Çiğ balık bir önceki film, bu da çiğ köfte.

Çiğ köftenin püf noktası neymiş?

İyi malzeme.

Et var mı içinde?

Aa etsiz olur mu? (Gülüyor)

Tavana atma olayı gerçek mi?

Tabii… O bir macun kıvamına geldiğinde tutuyor. Biz atmıyoruz ayrı.

Demet Akbağ’a yazdığınız karakter çok değişik; gündüz başka, gece bambaşka biri…

– Ya o karakteri daha önce gözlemlemiştim. Bir zamanlar gündüz bana selam veren bir kadın vardı. Eşofmanla yürüyüş yapıyordu ve gayet sağlıklı görünüyordu ama akşamüstü ben bir restoranda otururken bu hanımefendi değişmişti; yani yüzü, gözü, şekli şemali yabancı bir maddenin etkisinde gibiydi. Sonra saçma davranışlarda bulundu filan. Meğer bir hastalığın tedavisi için verilen ilaçları alkolle birlikte aldığı için bu durumdaymış. Biraz da psikiyatriye meraklı olduğum için bunları kullanmak ve Demet Akbağ gibi bir oyuncuya da daha fazla oyun alanı yaratmak istedim.

Neden Gökçeada? Bozcaada’ya ne oldu?

-Ada aşkı diye bir şey vardır. Adada çok mutlu olan insanlar var, ben de onlardan biriyim. Gökçeada’ya 26 yıl önce öğrenciyken iş aramaya gitmiştim, hep aklımda kaldı. Bir film yapmak, aslında bir masal anlatmaktır. Gökçeada da çok masalsı, çok güzel; büyük dağları var, büyük ovaları var. Bir de biz yaz filmi çekiyoruz. Çekimleri biraz turizmden uzak bir yerde yapmak gerekiyor, öbür türlü çalışamazsınız. Biz filme Eylül’de başladık, Bozcaada olsaydı Eylül’de de başlayamazdık.

Filmlerinizde olmazsa olmazlarınız, uğurlarınız var mı?

-Uğurum değil de, doğrularımız var. Birincisi: Hayalini kurmadığın bir şeyi yazma, siparişle bir şey yapma, birilerini dinleme, kendini dinle. İkincisi: Senaryo mutlaka bana ait olsun. Bana ait olduğunda olası sonuçlarına katlanabilirim. Üçüncüsü de şu: Çok çok iyi oyuncularla çalışmak lazım. Oyuncunun şekli şemalinden önce oyunculuğu gelmeli, profesyonel olmalı. Yoksa senaryonun üzerinde seni çok güldüren şeyler çekim anında çöpe dönüşebilir. Ben çok şanslıyım bu konuda. Bir de bu Bursalılar filmi oldu, hepimiz Bursalıyız, bir tek Demet Abla İstanbullu kaldı aramızda.

Peki, Z kuşağının mizah anlayışı çok farklı. Onları nasıl yakalıyorsunuz?

Z kuşağı neye güler bilemem. Ben içimden geleni yapıyorum. 46 yaşıma geldim. Bu işe başladığımızda 26 yaşımdaydım. Zaten “Artık güldüremiyoruz, gençler bunu anlamıyor, olmuyor” dediğimizde başka işlere bakmalıyız. Genç kuşaklardan alınan senaryolarda oynamak daha doğru olabilir o zaman. Zaten benim ideallerimde sadece kendi filmlerimde oynamak yok.

Kazandığınız parayı nereye yatırıyorsunuz?

Yiyorum. (Gülüyor)

Nasıl ya, hepsini mi?

Biz o kadar para kazanmıyoruz ki.

İki senede bir film yapıyoruz. Para kazanmaya çok hevesli olsam TV dizilerinden gelen teklifleri geri çevirmezdim.

Ailem aç kalmasın, birine muhtaç olmasın; derdim o.

‘Bunun şakası olmaz’ dediğiniz bir sınırınız var mı?

İnsanların irite olduğu, uzak durduğu şeylerin şakasını yapmam. Dışkı şakaları, burun karıştırma, gaz çıkarma gibi kaba komedinin alanına giren şeylerden uzak durmaya çalışırım. Bir de karşındakini aşağılayarak mizah yapmak sevdiğim bir şey değil. Seviyor olsam yapardım, ama sevmiyorum, kaba mizah yapamam ben.

Film çekimlerinin yapıldığı Gökçeada’da nasıl karşıladılar sizi?

Çok iyi karşıladılar, bir sürü dostumuz oldu.
Hepsi Türk Rum’u. Osmanlı tebaasından sonra gelen aileler bunlar. Eski aileler dönmeye başlamışlar yavaş yavaş. Çocuklar kendi aralarında ciyak ciyak Yunanca konuşuyorlar. Çok ortak kültürümüz var, biz birlikteyken güzeliz, bize beraberlik yakışıyor. Neler hediye ettiler bize bir görseniz. Anormal misafirperverler, birçok yerde para ödeyemedik. Bir köy vardı, arıcılar var orada. Arılar da iyi karşıladı bizi. Demet Abla dışında herkesi soktu ama bu, bizim suçumuz; insanın olmadığı yerde bir çekim yapıyoruz, karavanlarımızda etler, yemekler var. Arılar da et sever, böyle bir ortamı bulunca dururlar mı, durmazlar; bir-iki kere itiyorsun, sinirleniyor, içlerinden ‘Kedi olsa beslerdin ama’ deyip sokuyorlar.

Hedefim Sensin’in çekimi, kurgusu, vizyona girişi çok hızlı oldu…

Ama senaryo öyle olmadı. Eski hikayemin içine empoze ettim’ dediğim hikaye, beş yıl öncesinden bir not. Yazdığım en uzun senaryo oldu. 4.5 ayda tamamladım. Bizi dövecek sinemacılar, onlar iki-üç sene yazıyorlar ama bizimki komedi. Tabii komedi de hafif görülmesin, bir çeşmenin vanasını açmak gibi, yeter ki aç, açtıktan sonra 10 günde de yazabilirsin.Sonra başka beyinler de işin içine girer; yönetmen, yönetmen yardımcısı, oyuncular… Ben çok ilginç bir şey yaşadım bu senaryo sırasında. Normalde çalışma odamda yazardım senaryolarımı ama bunu otelde yazdım. Çünkü hava çok soğuktu, Mart ayıydı. Normalde ben Bozcaada’da yazabiliyorum ama Mart’ta evi açmak zor, yalnızlık filan. Oteli olan bir abimiz, “Gel kal bizde, yemek var, kahvaltı var” dedi. Ben de “Sular ısınana, bizimkiler gelene, evde yemek pişene kadar otelde çalışayım” dedim. O da sağ olsun 20 numaralı odayı bana ayarladı. Bir tane kahvaltı masası çıkarttık odaya.

20 numaralı oda, Ata Demirer’in odası olmuştur şimdi…

Öyle oldu ama biraz utandım.

Peki filmin şarkılarını nasıl buldunuz?

Bozcaada sahilinde yürüyordum, çay bahçesinde neşeli bir abimiz var. Bir gün ‘Bizi çekemeyen herkesin cezasını versin’ diye bağırıp çay servisi yapıyordu. “Ne söylüyorsun?” dedim, “Abi İzmirli Volkan’ı bilmiyor musun?” dedi. Odama gittim, şarkıyı internetten dinledim. Yapımcıyı aradım, “Filmimin şarkısı bu olacak” dedim. O şarkı sokaktan bana gelen bir hediye . ‘Fasulye’ de öyle olmuştu, Beyoğlu’nda gezerken bulmuştum.